Bana göre
yazmak: bir tüketim biçimi; insanı, insana, insanca anlatma isteğidir. Dallanıp
budaklanan, zihinde kaldıkça yankı yankı büyüyen düşüncenin nihayete
erdirilmesidir. Bir kurtuluş, bir ağıttır.
Düşünce bir
tohum ise yazmak; o tohumun toprağa ekilmesidir. Zaman geçtikçe tohum büyür,
ağaç olur, yaprak döker, çiçek açar… Bu
serüven yazanın istek ve arzusu doğrultusunda sonsuzluğa doğru yol alır. Bir bakmışsınız
düşünce ormanınızda, rengârenk ağaçlarınızın içinde, kendinizi dolaşırken
bulursunuz.
Elbette ki hangi ağacın hangi şartlar
içerisinde nasıl büyüyeceğini bilmek, düşünce ormanınızın sağlıklı ve muntazam
bir biçimde oluşmasına katkı sağlar. Fakat benim yazma serüveninde esas olarak
dikkat ettiğim husus, düşüncenin şekil bakımından değil içerik bakımından
tatmin edici olmasıdır çünkü yazmak benim için ur olan düşüncenin sökülüp
atılmasıdır. Her ne kadar yazım kuralları, düşüncenin doğru bir biçimde aktarılmasına
yardımcı olsa da içeriğin belirli bir şekil içerisinde sıkışıp kalmasına yol
açıyor. Bu şekilcilik, mükemmeliyetçilik kaygısı düşüncenin özüne çoğu zaman
darbe vurmaktır. O yüzden elimden geldiği kadar yazarken yazının ne olduğu
nereye varacağı hususundan çok yazma eylemini zihnimden kâğıda doğru uzanan bir
yansıtım görevi olarak ele almaya özen gösteriyorum.
Ben bu mükemmeliyetçilik kaygısı içerisinde
çokça düşüncelerime hapsoldum. Her daim yazmaya, anlatmaya, özellikle benliğime
hitap etmeye, özen gösterdim. Şimdi anlıyorum ki her ne kadar kişinin sadece
kendisine ait konuşmalarının olması değerli olsada bu hiç güneş görmeyen bir
çiçeğin sağlıklı bir biçimde büyüyeceğine inanmak gibi bir şey. Düşünceler tekil
bir üretimden kalabalık bir uğultuya karışmalı, o kalabalık içerisinde çokça
yol alıp yurduna geri dönmelidir. Düşünce bu sayede gelişir, ve bir üretim
aracı haline dönüşür.
Bu blog bir anlatım aracıdır. Zihin denilen
çöplükten bir çiçek bahçesi oluşturmak hayalidir.
Zamanınız varsa
yazmanızı, anlatmanızı, düşüncelerinizi yalnızlaştırmamayı tavsiye ediyorum. Sağlıcakla
kalın.