MAYIS, HAZİRAN OKUMALARINA DAİR NOTLAR







NEFRET, ARKADAŞLIK, FLÖRT, AŞK, EVLİLİK

Alice MUNRO

Can, İstanbul

Ocak 2014

365 sayfa



“Nefret, Arkadaşlık, Flört, Aşk, Evlilik adını kâğıt tuzluk falına benzeyen oyundan alıyor. Bu oyunu oynayanlar beğendikleri kişiyle gelecekteki ilişkilerini bu sözcükleri sayarak tahin ediyorlar”

Kitap; konusu, aktarılışı ve gözlem tarzı ile şu ana kadar okuduğum kitaplardan pozitif yönde ayrışmakta. Okuması oldukça keyifliydi.

Kadınların hayata bakış açılarını, konumlarını, bulundukları ilişkileri nasıl değerlendirdiklerini fraklı hikâye ve karakterler üzerinden okuyucuya aktarmış Munro. Bunu yaparken bir renkten öte bir gökkuşağı tasvir ediyormuşçasına aktarması karakterlerinin kendine has duygu ve düşüncelere bürünmesini sağlamış. Karakterlerin nispeten olgun oluşu; hayattaki konumlarının ve rollerinin belirgin oluşu kitaba ayrı bir derinlik katmış.

Bence kitabı asıl değerli kılan kadın yaşamını bir kadının gözünden okuyor olmamız. Bu da aklıma şu soruyu getirdi: Erkeklere göre iletişim becerisi bariz gelişken kadınların edebiyat dünyasında, sayıca, neden erkek yazarlara göre çok az yer edinebilmiş? Bence iyi bir araştırma konusu.


NANA

Emile ZOLA

İskele Yayıncılık, İstanbul

2013

446 sayfa


“Demek insan çocuk istemediği ve olmaması için elinden geleni yatığı halde yine oluyordu. Doğa yasaları onu çileden çıkarıyordu. Çevresine ölüm saçtığı halde bir saniyelik bir zevk sırasında birisi karnına bir hayat tohumunu ekiyordu. İnsan üzüntü ve zorluk çekmeden, kendi vücudunu arzusuna göre kullanmak hakkına sahip değil miydi?”

Bazı kitaplar insanın özünü derinlemesine incelerken bazı kitaplar insanı yüzeysel olarak ele alır ve yarattığı karakter üzerinden dönemine eleştiriler getirir. Bana göre Nana böyle bir kitap.

Genç ve güzel Nana, bedenin güzelliği ile kendisine toplumda iyi bir yer edinir. Nana’nın toplumun farklı tabakasındaki yer edinim süreçlerinde yazar ahlakın; boyutsallığını, toplumun farklı tabakalarında nasıl anlam başkalaşmasına uğradığını göz önüne serer.

Evet dil nasıl kültürler arası farklı misyonlara bürünüyorsa bulunduğu toplumun farklı tabakalarında da başkalaşıma, anlam zenginliğini kazanır. Örneğin gayri meşru bir ilişkinin zengin ve “saygın”  bir toplulukta kaçamak iken, toplumun fukara kesiminde bağışlanamaz bir günaha evrildiğini gözlemleyebiliyoruz.

Şehvetin toplumun o yaldızlı elit tabakasının büründüğü katmanları birer birer nasıl parçaladığını, hayatın dinginlenemez bir arzu sonucu nasıl yok olduğunu gözlemleyebiliyoruz.

Şüphesiz şehvet akıldan yoksundur.


SARI SICAK

 Yaşar KEMAL

Toros Yayınları, İstanbul

1994

234 sayfa 


Eğer bir insan da azıcık insanlık varsa yalan söylemez dedikodu yapmaz. Dedikodu ile bir insanı vurmak, küçültmek insanlıktan çıkmış, bozulmuş, çürümüş, elinden hiçbir şey gelmeyen, elinden hiçbir şey gelmediğini kabul edecek kadar düşkünlemiş insanın karıdır.”

 

Yaşar Kemal’in insanları yerinden yurdundan, onun gönlünden kopup okura misafir olur.

Her okuduğumda sanki arkadaşlarımı, komşularımı, memleketimin insanlarını yanı başımda beliriverirken buluyorum.

O Çukurova’nın insanını tüm Dünya’ya anlatabilmiş bir ustadır.

Çukurova’nın bunaltıcı sarı sıcağında bedenleri gibi duyguları da kavruk bu insanların hikâyelerini aktarır Yaşar KEMAL.

Birkaç sayfalık hikâyelerden oluşan bu eserde insan okudukça karakter zenginliği yaşıyor.

Okumanızı kesinlikle öneriyorum.


CENNET ÇAYIRI

John STEİNBECK

Remzi Kitabevi, İstanbul

1986

239 sayfa


“Besleme ve üreme gibi yalın gereksemelerin dışında insanoğlunun en çok istediği şey ardında kendinden bir iz bırakmaktır; gerçekten yaşamış olduğunun bir belirtisi belki de. Bu kanıtı insanoğlu ağaç gövdelerinin, taşların, başka insan yaşamlarının üstünde bırakır. Bu köklü istek herkeste vardır. Helâ duvarlarına ayıp şeyler yazan oğlan çocuğundan tutun da kişiliğini koca bir ırkın kafasının içine kazıyan Buda’ya kadar… Yaşamak öylesine yalancı ki! Bana kalırsa var olduğumuza hiçbirimiz pek inanmıyoruz; bu yüzden de her gittiğimiz yerde var olduğumuzu kanıtlamaya çalışıp duruyoruz.”

Steinbeck’in eşsiz betimlemeleri ve anlatımı ile ortak noktası Cennet Çayırı’nda yaşamak olan karakterlerin hikâyesine eşlik ediyoruz. Steinbeck okumaya bayılıyorum. Sade fakat tasviri mükemmel bir anlatım. Okuru yormuyor, ona hayat veriyor.

Toplam on iki hikayeden oluşuyor kitap. Cennet çayırının tasviri ile başlayan kitap oraya yerleşmek isteyen turistlerin bu güzel vadi karşısındaki duygularıyla son buluyor.

Aklıma takılan tek soru şu: Steinbeck’in çocuklarla bir alıp veremediği mi var? İstisnasız hikayede ki tüm çocuklar kaba tabir ile gerzek, eksik…

Mutlaka Steinbeck okuyun.


KABUĞUNA SİNMİŞ ADAM

Anton ÇEHOV

Altın Bilek Yayınları, İstanbul

2012

109 Sayfa



“Ah özgürlük, ne tatlısın sen! Bir parıltın bile ruhlara kanat takmaya yetiyor!”

 

Çehov…  Benim gibi iki üç cümleyi zar zor bir araya getiren biri tarafından nasıl anlatılabilir?

Yarattığı yılları aşan bu anlatımı her seferinde okunulduğunda ben de hoşluktan ve kıskançlıktan başka bir etki bırakmıyor. Kıskanıyorum çünkü dedim ya iki üç cümleyi bir araya zor getirirken 2-3 sayfalık bir hikâyede okuruna birer dünya bırakıyor Çehov.

Onun öyküleri kendine has içeriği ile duyguların mükemmel bir anlatısını sunar okura.

 Kitaba ismini veren Kabuğuna Sinmiş Adam öyküsü ile beraber birçok seçkin Çehov öyküsü bu kitapta birbirleriyle buluşmuş. Kitabı temin edemiyorsanız veya oıkumak istemiyorsanız dahi en azından 3-4 sayfadan ibaret olup derin bir anlatısı olan bu öyküyü okumanızı tavsiye ediyorum.

 

ŞEHİR DIŞINDA BİR GÜN

Anton ÇEHOV

Can, İstanbul

2021

208 sayfa



 

Kitaplardan öğrenmemiş bu insanlar hayatı, tarlada, ormanda, nehir kenarında öğrenmişler. Şarkı söyleyen kuşların kendileriymiş öğretmenleri; batarken arkasında koyu kızıl bir tan yeri bırakan güneş, ağaçlar ve otlar.”

 Yeniden Çehov hakkında bir iki cümle kurma derdine girmeyeceğim. Bu sefer kitabın kendisinden çok onu okuma şeklimden bahsedeceğim.

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın başlatmış olduğu E-Kitabım projesi ile binlerce kitabı sistem üzerinden e –kitap olarak erişebiliyor ve okuyabiliyoruz. Bazı eksikleri olsa da pdf siteleri ile uğraşmaktan iyidir.

e-kitaba bir şans vermek istedim lakin kitaba dokunamadığım sürece okumadan keyif alamadığımı fark ettim. En iyisi geleneksel yöntemlerle okumadan devam etmek.


AH BİZ ÖDLEK AYDINLAR

Aziz NESİN

Adam Yayınları, İstanbul

Temmuz 1993

268 Sayfa


“Yaşım yetmiş diye ölmeye hiç de niyetim yok ama ölüm, ta gençliğimden beri beynime saplanmış bir kıymık gibi bana kendini anımsatmaktadır.”

Aziz Nesin ölümü : “Dönüşü olmayan bir göç yolculuğudur”  cümlesi ile tanımlar ve bu kitabı bu yolculuğa bir hazırlık olarak görür.

Çeşitli köşe yazılarını, uluslararası toplantılarındaki konuşmalarını, makalelerini, başından geçen olayları, nasihatlerini bu kitap altında toplamıştır.

Dilde sadeleşmeden tutun da satranç hakkındaki düşüncelerine, bazı kitapları için yazdığı önsözlere kadar geniş bir hazine.

Aziz Nesin kitapları okur ile birer söyleşidir. Tek taraflı bir anlatı değil bir iletişim aracıdır. Genellikle gülmece yazıları, hikâyeleri meşhur olsada yıllarca gazete köşelerinde yazılar yazmıştır. Onun kitapları yaşayan bir bellektir.

Kitabı okurken bazı konularda görüş ayrılığı içerisine düşsem de onunla bir yol ayrımında denk gelmedim. Çünkü yıllar geçse de Türkiye’nin ve Türkiyelinin sorunlarının hemen hemen aynı olduğunu görüyoruz.

Özellikle önsözünden etkilendiğim bu kitabı okuma listenize not almanızı tavsiye ediyorum.


ARSEN LÜPEN

Maurıce LEBLANC

Ren, İstanbul

2019



Uzun zamandır okumayı düşündüğüm, çocukluğumda yer edinmiş Lüpen’i nihayetinde okuyabildim.

Kibar Hırsız, Oyuk İğne Ve Herlock Sholmes’e Karşı kitaplarından oluşan bu üç kitaplık okuması oldukça zevkli bir seri.

Kibar, zeki, sıra dışı yöntemleri olan Lüpen ile beyin yakan soygun hikâyelerine tanıklık ediyoruz. Böyle kitapları okurken suçun peşinden okurun da gidiyor olması kitabı çabucak okunan keyifli bir etkinliğe dönüştürüyor.

Karakter o kadar kendine has ve kabul edilebilir ki soygun yapıyor olması insana keyif veriyor. Sanki Sherlock Holmes karakterinin suçlu versiyonu J

Okuması çok zevkli olan bu kitabı bana hediye ettiği için sevgili kardeşim Okan’a teşekkürlerimle.


ŞİMDİ VE BURADA

Paul ASTER, J.M. COETZEE

Can, İstanbul

2013

266 sayfa



Paul ASTER ve J.M. COOETZEE’nin yıllardır süregelen mektuplaşmalarının bir kitap altında toplanmasıdır Şimdi ve Burada.

 

Bu iki iyi yazarın dostane bir biçimde sanat, edebiyat, spor, siyaset gibi birçok konuda birbirlerine yazdıkları mektupları okuyoruz.

 

Bazı konularda cahilliğimden ötürü tam olarak anlayamadığım mektuplar olsada kitap genel haliyle tatmin etti beni.

Mektupların konuşma havasında olması kitabın okunabilirliğine büyük katkı sağlamış. Bir zamanlar ben de bir arkadaşım ile mektuplaşıyordum. Mektup yazmak karşılıklı bir eylem olduğundan yazma eylemini sürekli kılıyor ve kişinin yazma becerilerinin gelişmesine katkı sağlıyor. Hem kitabı okumanızı hem de bir e posta arkadaşınızın olmasını tavsiye ediyorum.


SATILIK

Patrıca Mc. CORMİCK

Maya Kitap, İstanbul

2009

150 sayfa


“Benim adım Lakishmi. Nepalliyim, 14 yaşındayım

 Bir akşamüstü, balkon sefası sırasında okunup bitirilebilecek dünyayı tozpembe boyamak istediğimizde bazı siyahların asla silinmeyecek kara bir leke olarak insanlık tarihinde kalacağını hatırlatan “gerçek” bir kitap.

14 yaşında Nepal’in bir köyünden üvey babası tarafından Hindistan’daki bir geneleve satılan Lakishmi’nin başından geçen oldukça kötü olayların aktarıldığı bu kitap, yüzbinlerce Nepalli kızın sesi olması açısından oldukça değerli.

Kitabın yazıldığı 2009 yılında her yıl Hindistan’a 12.000 Nepalli kızın aileleri tarafından seks işçisi olarak satıldığı bilgisi yer alıyor. Bugünlerde hangi düzeyde olduğuyla ilgili bir bilgiye ulaşamadım. Nepal’de evlilik ile ilgili istatiksel verilerin yer aldığı bu haberi ( https://tr.euronews.com/2020/01/17/nepal-de-cocuk-evlilikleri-ciddi-boyuta-ulasti-kadinlarin-yarisi-18-inden-once-evleniyor) bulabildim.

Kitabı benden önce okuyan-muhtemelen abim- Nietzsche’nin şu sözünü not bırakmış son sayfaya : “"İki temel sorunu var insanlığın. Adaletsizlik ve anlamsızlık. Birine karşı hukuku bulduk, diğerine karşı sanatı. Ama insanlar hukuka ulaşamadı. Ve sanat insanlara."

İnsanca yaşayabilmenin hakkına herkesin sahip olduğu dünyanın var olması ümidi ile…


İKİ ŞEHRİN HİKÂYESİ

Charles DİCKENS

Oda Yayınları, İstanbul

1994

342 sayfa





“Tüm zamanların en iyisiydi bu… En kötüsü de! Bilgeliğin çağıydı. Aptallığın çağıydı. İnançların dönemiydi. İnançsızlığın da. Mevsim aydınlığın mevsimiydi. Mevsim karanlığın mevsimiydi. Umut’un baharını, umutsuzluğun kışını yaşıyordu. Her şey geleceğindi. Gelecek hiçlikti. Hepimiz Cennet’e gidiyorduk; ya da tersine, Cehenneme. Gün bugüne o denli benziyordu ki, gürültücü yetkililerden kimi, karşılaştırmaların yalnızca üstünlük açısından yapılmasından direnir oldular.”

 

Çok uzun zaman önce okuduğum, detaylarını hatırlamadığım ve iyi ki yeniden okumuşum dediğim kitap.

Bir polisiye romanı havasında yazılan bu kitap iki farklı şehirde benzer fakat ayrı sonları olan iki hayat üzerinden aktarılan birer eleştiridir aslında. Kitabın bölüm bölüm olması sürükleyici bir tarzda yazılmış olması onu okuması oldukça zevkli bir kitap haline getirmiş.

Dickens kapitalizmin yeni yeni emeklediği İngiltere’de halkın yaşam tarzını ve Fransız İhtilali’nin öncesinde, sırasında Fransız çiftçisinin nasıl ezildiğini aktarmıştır.

Dickens’in kapitalizme olan öfkesi bir İngiliz’in kendini darağacında bulması ile son bulmuştur. Beklenmedik sonu, sevginin yıllarca hapishane köşesinde hayatını yitiren bir adama nasıl iyi geldiğini de oldukça iyi bir şekilde anlatmış.

Neden bir klasik olduğunu kitabı okuduktan sonra çok daha iyi bir şekilde anlayabildim.


dördüncü tekil

ubi defuit orbis

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski