AH BİZ ÖDLEK AYDINLAR

 

AH BİZ ÖDLEK AYDINLAR

 

ÖNSÖZ

 

 Göçe göçe batıya gelmişiz. Avrupa’ya pençemizi atıp bir parçasına tutunmuşuz. Bu yüzden işimize gelince Avrupalı, işimize gelince Asyalı oluveriyoruz. Son konağımıza konalı sekiz-dokuz yüzyıl oluyor. Bana kalırsa sekiz-dokuz yüzyıldan beri de göçebelikten kurtulamamışız. Bu yüzden göçebelik işimize işlemiş.

  Türk dilinde filler, isimlerden daha zengindir. Niçin? Binlerce yıldan beri göçen insanlar hep devini içinde (hareket halinde) olduklarından zorunlu olarak, deviniyi anlatan fiiller üretmişlerdir. Türkçe ’de  isimlerin de pek çoğu fiil kökünden üretilmiştir.

  Düşünmek için durmak, durağan olmak, yavaşlık gerekir. İnsan koşarken, hız ve devini içindeyken düşünemez ya da iyi ve yoğun düşünemez.

  Yerleşik toplumların dillerinde isimler fiillerden daha zengindir. Fiillerin çoğu da isimlerden üretimiştir.

  Fiil deviniyle üretilir; bu yüzden fiiller somuttur. İsim üretmek soyutlamaktır. Yerleşik toplumların soyutlamak ve soyutlayarak isim üretmek için daha çok zamanı olmuştur. Bizse hep devini içinde olduğumuzdan somut dünyada yaşamışız, somutu anlatan fiiller üretmişiz. Bu yüzden biz Türkler çoğunlukla somutlamaya eğilimliyizdir. Benim kafa yapım da çok soyut ve karmaşık konuları somutlamaya ve yalına indirgemeye yatkındır.

  Binlerce yıl anakaralar arasında göçmüşüz: Uzak Asya’dan, Orta Asya’dan, Küçük Asya’dan ta Avrupa’nın göbeğine… Ta Afrika’ya… Sonra geri göçler… Sonra Anadolu ve Rumeli içinde göçler… Sonra işçi göçleri… Sonra Osmanlı artığı olanların dramatik göçleri… Ve sonra kent içinde göçler…

  Benim çocukluğum ve gençliğim, İstanbul’un içinde mahalleden mahalleye, semtten semte, sokaktan sokağa göçlerle geçti.

   Durmadan göçen Türk insanı, durmaya, yerleşmeye, oturmaya, öylesine özlem duyar ki oturmak fiiline, başka dillerde olmayan çok zengin değişik anlamlar vermiştir. Örnekler:

   “Bu akşam bize gelin de oturalım”

   “Gelemeyiz. Bize de filancalar oturmaya gelecekler.”

   “Öyleyse biz de kahve oturmaya gideriz”

   “Dün ne yaptınız”

   “Komşuda oturduk”

   “Biz de pazara filana oturmaya gideceğiz”

 Türk insanı yıllar yılı bir türlü oturamadı. Oturmak, kentligilleşmek “burjuvalaşmak” demektir. Türkler içinde pek azı, son yirmi otuz yıldan bu yana yeni yeni yerleşmeye, yani kentligilleşmeye başladı.

 

   Altı ay, bir yıl, en çok, iki yıl bir evde oturur, oradan İstanbul’un başka bir yerindeki bir eve taşınırdık. Annem, eşyalar evden taşındıktan sonra, çıktığımız evin döşeme tahtalarını arap sabunuyla siler, her yanı süpürür, pencereleri camları oğarak temizlerdi. Hela taşını tuz ruhuyla arıtırdı. Çıktığımız bir evin sobadan islenmiş bir odasının duvarını badanaladığını bileanımsarım. Çıktığımız evleri, pırıl pırıl, tertemiz bırakmak için canı çıkardı zavallı annemin. Hem de hastaydı. Babam bu yüzden çok kızardı anneme. Annem de şöyle derdi:

-Yeni taşınacaklar, bizim için, ne pis ne pasaklı insanlarmış demesinler.

Oysa bizden sonra o eve taşınacak olanları tanımazdık. Onları hiç görmeyecektik. Belki de çıktığımız ev aylarca boş kalacaktı.

-Olsun, derdi annem. Bizi tanımasalar da arkamızdan kötü söz söylemesinler, derdi.

  

AZİZ NESİN, AH BİZ ÖDLEK AYDINLAR(İSTANBUL,1993:ADAM YAYINLARI)

syf.268

 

 

 

 

dördüncü tekil

ubi defuit orbis

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski