Yaşar Kemal, "Bu bir Yörük obasının gerçekçi
romanıdır. Obanın yok oluşunun hikâyesi, belki de ağıtıdır." dediği Binboğalar
Efsanesi’nde son Yörük Türkmen boyunun yaşama nasıl yabancılaştığını, bir
zamanlar kendileri gibi Yörük olan insanlar tarafından Çukurova’dan nasıl
dışlanıldığını, yok edilmeye çalışıldığını anlatır bize.
Doğruculuğun sopası altında bugünlerde biz de
sürgündeyiz. Sürülüyoruz gerçeklikten, doğrucular tarafından. Neredeyse her
türlü fikir akımı kapalı bir kutu haline geldi. Tartışılamaz, değiştirilemez,
kutsal doğrular… Günün sonunda ya onların tarafındasınız ya da onlara düşman.
Kişinin kendisi için iyi olan doğrusu diğer tüm
insanlar için de iyi olmak zorunda. Aksini tartışamıyoruz bile. Örnek verecek
olursam gecenin geç bir saatinde ses yalıtımsız bir dairede müzik çalınmasından
rahatsız olunması gericilik olarak nitelendiriliyor. Bunun gericilik değil
olağan bir tepki olduğunu tartışamıyoruz mesela.
Eskiden-“ulan sen de ne yaşadın ki ne anlatıyorsun?”
diyebilirsiniz- insanlar fikirlerini tartışabiliyordu. Tartışmanın sonucunda
ortaya bir ürün konulabiliyordu. Şimdi insanlar içindekilerini kusuyor ve
kustuklarını kabul etmemizi bekliyorlar.
Hakikaten anlatmak ve anlaşılmak gitgide zorlaşıyor.
Gerçekle kalabilmek onla yaşayabilmek her şeyden öte hayatın kendisinde
kalabilmek elzem bir ihtiyaç haline geldi. Bu nasıl mümkün olunuyor onu da
yürüdükçe öğreneceğiz herhalde.
Hey gidi Küheylan, koşmana bak sen!
Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!